Kültürümüzün önemli bir parçası olan köy odaları günümüzde her ne kadar unutulmaya ve yok olmaya yüz tutsa da tarihte önemli bir yere sahiptir. Orta Anadolu’nun neredeyse her bölgesinde bulunan köy odaları, özellikle Konya kırsalında tarihte oldukça yaygın bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Köy odaları yolcuların misafir edilip, yeme içme, barınma gibi her türlü ihtiyaçlarının karşılandığı ayrıca bunun dışında köy halkının da dini bayramlar, düğün, cenaze gibi özel toplantılar ve eğlence amacıyla bir araya geldikleri yapılardır. Bu meskenler tarih boyunca Türklerin hem misafirhaneleri olmuş, hem de önemli kararları aldıkları karargâh merkezleri olmuştur.
Bu yapılar genellikle tek göz oda ve mabeyinden oluşur. Misafirlerin binek hayvanlarının barınacağı ahır ve samanlık gibi yapılar da odanın alt kısmında veya bağımsız bir bölümde bulunur.
Türk kültüründe misafirperverlik önemli bir husustur. Misafire son derece önem verilmiştir. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun tanrı misafiri gözüyle bakılmıştır. Konya kırsalında özellikle ova köylerinde bulunan odaların girişleri genellikle sokak veya caddeye bakar, odanın duvarının dış cephesinde köşede üst kısmında basamak şeklinde kertikler bulunur bu, odanın herkese açık olduğunu işaret etmektedir. .
Köy odaları yerli ve yabancı birçok yolcunun misafir edildiği meskenlerdir. Büyük yerleşim yerlerinde hanlarda konaklayan yabancı gezginler, kırsalda misafirperver köylüler tarafından karşılanıp köy odalarında ağırlanmışlardır.
1835 yılında Halep’ten İstanbul’a doğru yolculuğunu kaleme aldığı, “Aleppo to Stamboul” isimli eserinde Rev. Vere Monro Konya ovasının kırsalında mola vermek için uğradıkları İsmil’de karşılanma biçimlerini ve odada misafir edilişlerini şöyle anlatır;
“Saat 10.00’da İsmil’e ulaştık. Köye yaklaştığımızı ölüleri bile uyandıracak şevkle haber veren köpekler dışında hiçbir yaratık görünmüyordu… Belli bir süre sonra birisi evden çıktı, yanımıza gelerek bizi içeriye girmemiz için karşıladı. Atlarla onu takip ettik. Onların oturduğu evin yan tarafında bir odaya geçtik. Evin çirkin yapısını odanın temizliği telafi ediyordu. Zemin süpürüldü ve yere paspaslar serildi. Önümüze mükemmel bir kebap, pilav ve yoğurt konuldu. Yiyecekler belki bizimkinden azdı ama en iştahsız adamın bile iştahını açacak şekildeydi. Temiz bir tepside cilalanmış bardaklardaki içecekler yemeğe lezzet kattı. Bu görkemli sofraya hiçbir ücret alınmadığı için çok şanslıydık.
Gün doğarken atlarımızı hazırladık, fakat ayrılmadan önce bizi kahvaltıya çağırdılar. Kremalı tatlı (kaymak) çok güzeldi… Ben daha önce böyle bir lezzet tatmadığımı söyledim…”[1]
İngiliz kadın seyyahlardan Mary Esme Gwendoline de 1881 yılında eşi ve arkadaşları ile birlikte geldikleri İsmil’de konaklamışlardır;
“…Öğleye doğru İsmil’e ulaştık. Konuksever bir şekilde karşılanıp misafir odasına götürüldük. Atlarımız iyi bir ahıra bağlandı. Yaşlı bir Türk bizi iyi bir şekilde karşıladıktan sonra kahve hazırlamaya başladı. Bu sırada birkaç yaşlı Türk daha geldi ve bu yaşlı adamların saygı konusunda tuhaf bir şekilde birbirine benzediklerini fark ettim. Bu ağırbaşlılık ve saygı törelerinden gelen bir olgunluktu…
… Yabancıların kaldıkları odalar çok temizdi ve fazla kullanılmıyordu. Kayseri ve Nevşehir’den bu yana konuk odaları baya iyileşmişti. Biz küçük asyanın en Muhammedî kesiminin merkezindeydik. Onları dinleri böyle olmaya zorluyordu, şüphesiz Hıristiyanlardan daha temizlerdi. İmkân buldukça birçok Hıristiyan evinde de yemek yedik ama bir Müslümanın evini tercih ederdik…”[2]
1900 yılına gelindiğinde ise Alman seyyah Bodemayer Konya’dan yola çıkarak Ereğli istikametine doğru ilerlerken Yarma’ya ve İsmil’e gelir bu yerlerdeki izlenimleri ve köy odaları hakkındaki düşünceleri şöyledir;
Köy odasında kalan misafirleri bir köylü öğlen yemeğine diğeri akşam yemeğine götürür böylece ikramlarda bulunurlardı. Onları kırmamak için davetlerini kabul ederdik. Bu ikramlar karşısında para verdiğimiz zaman kabul etmezlerdi. Ancak hediyeyi reddetmiyorlardı. Türkiye ziyaretimizin bu kadar ucuza mâl olacağını tahmin etmemiştik. Ziyaretimizde sohbetin en zor olan kısmı da bizim burada olma sebebimizi anlatmaktı. Bizi hep ajanlıkla ve casuslukla suçluyorlardı. Bizim iznimizin olup olmadığını soruyorlardı. Bizim başka işle meşgul olup olmadığımızı anlayana kadar sıkı bir kontrole tabi tutuyorlardı. Yanımızdakilerle genellikle işaret dili ile anlaşıyorduk. Bu taraflar avcılar için vazgeçilmez yerlerdi. Bir sürü kuş türü vardı. Gökyüzünde akbabalar ve kartallar sürekli uçuşuyorlardı…”[3]
1907 yılında Karaman, Karapınar ve Aksaray bölgesinden geçen İngiliz gezgin Wıllıam Ramsay’ın da notlarında Karaman’dan Karapınar’a kadar olan bölgede ilerlerken Hotamış’ta bir köy odasında kaldıkları yazmaktadır;
“Yetersiz çitlerle çevrili birkaç küçük dağınık köy gördük. Öğle yemeği için bunlardan birinde durduk. Büyüleyici bir konuk odasına (köy odası) alındık. Köyün ileri gelenleri geldi ve benimle uzunca bir süre sohbet ettiler. Onlar bu köyde yaşayan Türkmenlerdi. Hotamış’ta, büyükçe bir köy odası vardır. Çadır kurduk, köy odasında dinlendik, ekşi süt ve kahve içtik, gözün alabildiğince bir düzlük vardı.”[4]
1913 yılında Temmuz ayında Macar araştırmacılardan Bela Hovart Konya’dan yola çıkıp doğuya doğru ilerlerken Yağlıbayat köyüne uğramış burada bir gece konakladığı köy odası hakkında şu ifadeleri kullanmıştır;
“ Köy odası kavramı ilginç bir kavram Türklerde, köyün misafir odası gibi anlaşılıyor. Evler tek göz odalardan oluştuğu için, aslında bu kavram köyde misafirler için ayrılan bir binayı ifade ediyor. Köyden gelip geçen tanrı misafirleri geceleri burada konaklayabiliyorlar. Çatısı çamurdan yapılmış küçük bir kulübe. Duvarlar delinerek pencere açılmış. Kapısı o kadar alçak ki, eğilmeden içeriye geçemiyorsunuz. İçeride birkaç hasır veya battaniye bulunuyor. Köy odası köylülerin toplanma ve eğlence yeri olarak da kullanılıyor.”[5]
Bu notlarda görüldüğü gibi, Konya’nın ovadaki köy odalarının durumu ve köylülerin misafirperverlikleri yabancılar üzerinde olumlu etkiler bırakmıştır.
Günümüzde bu odalardan halen ayakta kalmayı başarabilenler olsa da, artık imkânların artması ve ulaşımın kolaylaşması ile odaların misafir ağırlama işlevi yok denecek kadar azalmıştır.
MURAT YAYLACI
Kaynaklar
- MONRO, Rev. Vere: Aleppo to Stamboul, London, 1835
- MR. SCOTT- Stevenson: Our Ride Through Asia Minör, London, 1881
- ZENGİN, Adem, Karapınar “Sultaniye Şhrengizi”, Karapınar B.K.Y.,2012
- B. HOVART, Anadolu 1913, İstanbul, 1996
- HAUPTMANN, E. Von. Bodemayer: Quer Durch Klien Asien Bulgar Dagh, 1900
[1] Rev. Vere Monro, Aleppo to Stamboul, Londra 1835, s.281-282
[2] Stevenson, Mary Esme Gwendoline Grogan, Our ride through Asia Minor, s.301-302-303
[3] Hauptmann E.Von Bodemayer, Quer Durch Kleın-Asıen In Den Bulghar-Dagh, s.54-55
[4] ZENGİN, Adem, Karapınar “Sultaniye Şhrengizi”, Karapınar B.K.Y.,2012, s.22
[5] B. Hovart, Anadolu 1913, İstanbul 1996, s.30-31
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.
Teşekkürler…