“Mazi bir hayal, ati bir hülya idi ve insan ömrü hep bu kısacık anlardan ve belki de sadece tek bir andan ibaretti.” der Yakup Kadri Karaosmanoğlu… Her geçen günün ardından geçmişe özlem duymamak elde değildir. Hele hele insani ilişkilerin, sevginin, muhabbetin, samimiyetin olduğu, teknolojinin henüz bu değerlerimizi elimizden almadığı zamanları…
Ekmeğin alın teriyle kazanıldığı, ellerin nasır tuttuğu, bedenlerin çalışmaktan yorgun düştüğü, insanların henüz kırkında yüzlerinde kat kat çizgilerin belirdiği, işte bu zamanlardan bir zamana ova köylerimizdeki insanların toprak anayla olan ilişkilerine yani köylerimizdeki çiftçiliğe kısa bir yolculuk yapalım istedim.
Eskiden teknolojinin henüz gelişmediği yıllarda Konya Ovası’nda sulu tarımın olmamasından ötürü tarımsal faaliyetlerin başında buğday ve arpa gelmektedir. Bu ürünlerin dışında çavdar, nohut, mercimek de yaygındır. Bu ürünlerin geneline “ekin” adı verilir. Ekin ekmek belli aşamalardan oluşmaktadır. Çift sürmek, tarla düzlemek, tohum saçmak bu sürecin parçalarıdır.
Çift sürme işlemine genellikle Haziran ayında başlanılırdı ve bu işlem günler, haftalar sürerdi. Sabah namazı vakti tekli pullukla tarlaya gidilir, öğlenin aşırı sıcağı bastırıncaya kadar tarla sürülürdü. Sürülen tarla belli bir aralıktan sonra tekrar sürülür bu işleme “ikileme” adı verilirdi. Çift sürme işlemi bittikten sonra “tapan” adı verilen 30-40 cm boyunda yaklaşık 1,5-2 metre eninde düz tahta düzenek, “falaka” denilen ahşap boyundurukla at ya da öküzlere bağlanılırdı. Tapanın üzerine ağırlık yapması için taş koyulur, sürücüsü de üzerine çıkardı. Bu şekilde tarla tamamen dolaşılır düzleştirilerek ekim için hazır hale getirilirdi. Hazır olan tarlaya elle tohum saçılarak ekim işi tamamlanırdı.
Ekilen buğdayın “tımraç, karakılçık, durnadili, akyarnaz, gundulu”gibi çeşitleri olurdu. Bunun dışında arpa ve çavdar da ekilirdi.
Eylül-Ekim aylarında ekilen ekinler Haziran ayından itibaren olgunluğa kavuşurdu. Bu olaya “ekin irdi” denilirdi. Olgunlaşan mahsuller harman zamanı oraklarla veya “kosa” adı verilen el aletleri ile biçilirdi. Biçilen ekinler desteler halinde toplanılır ve kağnı ya da at arabasına kanat yapılarak, içine “geri” adı verilen örtü serilip harman yerine taşınırdı. Harman yerleri genellikle köy meydanının dışında temiz, sert zemine sahip alanlarda olurdu. Burada köylüler ekinlerini saplarından ayırırlardı ve günlerce sürerdi bu işlem. Çoğu zaman harman yerinde çoluk çocuk yatılır, yemekler yenilir, sohbetler edilirdi.
Harman yerine getirilen buğday ve arpalar, temiz ve sert bir zemine çember şeklinde dökülürdü. Bu dairenin yüksekliği yaklaşık iki metreyi bulurdu. Çember şeklinde yığılan desteler arasında bir de giriş kapısı bırakılırdı. Buradan çemberin içine girilir ekinler yavaş yavaş yaklaşık 30-40 cm yüksekliğinde 1,5 metre eninde içe doğru yayılarak serilirdi. “Düven” adı verilen üzerinde kesici taş parçaları olan yaklaşık1 metreye 2,5 metre ölçülerinde ahşap düzenek üzerine ağırlık konulup veya çocuk çoluk bindirilip, at ile çekilerek ekinler parçalanır, sürülürdü.
Ekinler saplardan ayrılıp parça parça saman gibi olurdu. Bu hale gelen ekine “malama” adı verilirdi. Malama olan ekinler çemberin orta kısmına yığılırdı. Bu işlem harmana çember şeklinde dökülen ekin saplarının bitimine kadar devam ederdi. Ortada biriken malamalar düzenli bir şekilde “tınas” adı verilen yığın şekliyle yığılırdı. “Yaba” denilen ahşap, parmaklı kürekle savrulurdu. Savrulma işleminde rüzgârın etkisi olur, bu rüzgâra “yil” denilirdi ve bu işlem buğday ve samanlar birbirinden ayrılana dek devam ederdi.
Sapından ayrılan buğdaya “ciş” adı verilirdi. Daneli buğdayın savrulduktan sonra yerde kalan kısmı harman süpürgesi ile süpürülürdü. Bu süpürülen kalıntılara ise “badas” denilirdi. Badaslar genellikle çerçilere verilir, ya da tavuklara yem yapılırdı. Dar gelirli aileler de bunları toplardı.
Savurma işlemi bittikten sonra toplanan buğdaylar “gözer” adı verilen elekte elenirdi. Eleme işleminde yüzeyde kalan ot tohumları ve pürçüklere “gavız” adı verilirdi. Gavızlar toplanılıp hayvanlara yem olarak kullanılırdı.
Sapla daneler birbirinden ayrıldıktan sonra sıra ölçüm işine gelirdi. Burada bazı ölçü birimleri vardır. Teneke ile ölçüm yapılır, bir tenekeye bir “havay” denilirdi. On iki havay ise bir “kile” dir. Ayrıca ölçüm için yine yuvarlak demirden bir kap bulunur, bununla ölçüm yapılır, bu kaba ise “şınık” adı verilirdi. Ölçülen ve ayrılan buğdaylar, yaklaşık yetmiş kiloğramlık kıl ya da dokuma çuvallara doldurulur, bunlar at arabaları ve kağnılara yüklenilirdi. Kullanılacak olan buğdayların bir kısmı yani “yiğintilik” olacaklar un öğütülmesi için değirmene götürülür, bir kısmı da bulgur kaynatılırdı. İhtiyaç dışı olanlar ise “buğday çukuru” adı verilen çukurlara konularak saklanılırdı. Fazla ürün kaldıranlar belli bir miktarda ihtiyaç sahiplerine bu ürünlerden dağıtırdı. Buna da “yiğintilik dağıtma” denilirdi.
Saman ise, kanatlı arabalara “geri” adı verilen kıl çadırlar çekilerek bu şekilde samanlıklara taşınılırdı. Samanlığın almadığı ihtiyaç fazlası olanlar ise “noda” adı verilen yığınlarla sıkıştırılıp üzeri toprakla kapatılırdı. Samanda nodalandıktan sonra bir harman dönemi de son bulurdu.
Bu işlemler genellikle günler, haftalar sürerdi. Ve bu günlerin her saatinde, her dakikasında insani ilişkiler ön planda tutulurdu. Yardımlaşma, dayanışma, muhabbet, saygı sevgi çerçevesinde geçen bir zaman…
Harmanla ilgili ova kültüründe dilimizde bazı deyimler ve atasözleri de kullanılmaktadır. Bunlara birkaç örnek verecek olursak;
Harman yiri dişlemek :
Genellikle yaptığı işte çok yer değiştirip gerekli gereksiz, çok tecrübe kazanmış ve bu tecrübelerle altta kalmayan, ezilmeyen yapıya sahip olan kişiler hakkında kullanılan bir deyimdir. Görmüş geçirmiş, fırsatçı, tecrübeli ve uyanıklık anlamında kullanılır.
Düğün işi elinen, harman işi yelinen ;
Her işin gerçekleşmesi birtakım koşulların bulunmasına bağlıdır. Örneğin, harmanı savurmak için yel, düğünün iyi hazırlanması ve toplantının şen geçmesi için hısım, akraba, eş, dost ister.
Ekinini yakayım diyen, kendi harmanına erişmesin;
Kötülük düşünen, o kötülüğe erişmeden kendi yaşasın.
Hoyrazına tinas bozulmaz; ( Poyrazına tınas bozulmaz)
Yaz günlerinde harman zamanında, yeni çıkan poyraz rüzgarına güvenip tinas bozmaya başladıktan sonra rüzgarın hemencik dinmesi sebebiyle yaşanan hayal kırıklığına atıfta bulunan bir deyimdir. Genellikle davranışlarında tutarsız olan kişiler hakkında kullanılır.
Önü gavurga gavurur, ardı harman savurur;
Aynı anda farklı işle uğraşırken, yaptığı işin farkında olmadan dağınık yapmak anlamında kullanılır.
Düven atının ağzı bağlanmaz;
İşini yapan kişiden bazı şeyleri esirgenmeyeceği anlamında kullanılır.
Dirgeni yiyen sıpa, harmana gelmezmiş;
Uygunsuz davranışları sebebiyle aniden sert bir şekilde cezalandırılan kişiler uzun süre bir daha aynı hatayı yapmaz anlamında kullanılır.
Günümüzde teknolojinin gelişmesi ve makineleşmenin etkisiyle, eskiden haftalarca aylarca süren işlemler, şimdilerde bir gün belki de birkaç saatte halledilebilmektedir. Zamanla üretimde insana olan ihtiyaç azalmış, bu da beraberinde, eskiden olan insani ilişkileri giderek kaybetmemize sebep olmaktadır.
MURAT YAYLACI
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.
Merhaba, bu bir yorumdur.
Yorum yönetimine başlamak, düzenlemek ve silmek için lütfen Başlangıç ekranındaki yorumlar bölümüne gidin.
Yorumcuların avatarları Gravatar üzerinden alınır.