Konya Ovası kırsalı küçükbaş hayvan yetiştiriciliği için uygun bir arazi yapısına sahiptir. Bu yüzden küçükbaş hayvancılıkla geçimini sağlayan aşiretler ve büyük sürülere sahip olan konargöçerler tarihte özellikle bu bölgeye iskân edilmişlerdir.
Konya Ovası’nda mera hayvancılığının yapıldığı en geniş saha ise bilindiği üzere Obruk Platosu, İsmil Ovası ve Karapınar’a kadar olan alandır. Burada ki step bitkilerinin bulunduğu geniş bozkır alanları küçükbaş hayvanlar için başlıca otlaklardır.
Geçmişten günümüze kadar bu bölgelerde küçükbaş hayvancılıkla birlikte yaylacılık kültürü de yaygınlaşmıştır. Yaylalar genellikle köy merkezlerinden uzakta ilkbaharla birlikte çıkılan, yaz sonunda geri dönülen geçici meskenlerdir.
Kış aylarında sürüler genellikle köy merkezlerindeki çardak veya ağıllarda olurdu. Yaz aylarında toplanan saman veya kurutulmuş otlarla beslenirlerdi. “Hıdırellez”zamanı ( 5-6 Mayıs) ile birlikte aileler yayla hazırlıklarını yaparlardı. Yayla sahiplerine “ağa”, diğer sürü sahiplerine ise “katımcı” denilmekteydi. Yayla sahiplerinin sabit, kerpiç veya taştan ahırları ve evleri olurdu. Katımcılar ise “çatma” adı verilen çadırlarda kalırlardı.
Yaylaya göçme vakti geldiğinde katımcılar sabah erkenden hazırlanan “göç” arabasıyla yola çıkar, yayla yerine varıldığında hızlı bir şekilde çatma çatmak ve çeten tutma işlemine koyulurlardı. Çatma genellikle düz bir zemine dört tarafına kalın ağaç direkler verilerek, bu ağaçlar yine tahtalarla birleştirilip, üzerine “geri” adı verilen kıl çadırla kapatılır, etrafı kamış desteleri ile örülürdü. (Daha sonraları geri yerine geniş naylonlar da kullanılmıştır.) Çatmanın önüne yine kamış desteleri ile avlu yapılır bu avluya “çeten” adı verilirdi. Çatmanın giriş sağ veya sol bölümüne göç kayılır, bu göçte yatak, yorgan, yastık gibi malzemeler olurdu. Zeminine ise kilim serilip etrafı çayır yastıkları ile donatılırdı. Çatmalarda gece aydınlatması için ise “çıra” veya “löküz” adı verilen gaz lambaları ile sağlanırdı.
Çetende ise “bastırak” denilen bölüm bulunurdu. Çetenin bir köşesinde yapılan 1,5-2 m çapında yerden 10-15 cm yükseklikte yapılan “bastırak sekisi” adı verilen toprak zemin üzerinde, buzdolabı vazifesi gören bastırağa, küplerle, kaplarla hayvansal ürünler ve sebze meyveler konulur üzeri hava almayacak şekilde, “tatlık” adı verilen kalın bez örtülerle kapatılırdı. Akşam yatmadan önce örtüler açılır, içindekiler gecenin serinliğini alır, tatlıklar soğutulur, gün doğmaya başladığı anda ise tekrar kapatılırdı. Bu şekilde ürünlerin bozulmaması sağlanılırdı.
Yine çeten içerisinde “kestel” adı verilen yaklaşık 70 cm derinliğinde, 40-45 cm çapında kuyu şeklinde kazılan dairesel çukur bulunurdu. Bu mini kuyunun içine gündelik içecek su ve ufak çaptaki yiyecekler konulur soğuk kalması sağlanırdı. Kestelin iç kısmına ara ara su soğuk kalması için su serpilirdi. Ağzı kapalı tutulur hava almayacak şekilde kapatılırdı. Çetenin bir köşesinde ise çamurdan yapılan ocak bulunurdu. Bu ocakta süt pişirilir ve yemek yapılırdı.
Çatmaların yanında yakın bir bölgede “pin” adı verilen körpe kuzuların konulduğu yaklaşık 1 metrekare genişliğinde ve derinliğinde kazılan kare şeklinde çukurlar bulunurdu. Buraya yeni doğmuş körpe kuzular konulur üzeri tahta ile kapatılırdı. Yetişkin kuzu oğlak ve “arık” adı verilen sürüden ayrı kalan hasta veya yaralı koyunların konulduğu, pinin daha büyüğü olan çukura ise “tol” adı verilirdi.
Yaylalarda katımcıların hayvanları ile birlikte büyük bir sürü oluşur, bu sürüye duruma göre bir veya iki çoban görevlendirilirdi. Bu işleme de “çoban tutma” adı verilirdi. Çobanın yardımcısına ise “çeltek” denilirdi. Çobanların kaldıkları ev genellikle çardağın veya ağılın bitişiğinde olan “çobansalık” adı verilen tek göz odadan oluşurdu. Çobansalığın içinde çobana ait çay takımı, yatağı, yorganı ve kepeneği olurdu. Çobansalığın olmadığı yerlerde ise kamış destelerinden konik şekilde yukardan bağlanan, alt kısmının ise toprağa gömüldüğü “huğ” adı verilen tek kişilik barınaklar olurdu.
Yaylalarda su ihtiyacının karşılanması için olmazsa olmazı kuyulardı. Yayladaki hayvanların ve yaşayan yayla haneleri su ihtiyaçlarını bu kuyulardan karşılarlardı. Kuyuların derinlikleri bölgelere göre değişkendir. İç kısımları ya taş örgü, ya da beton halkalar olurdu. Ağız kısmında bilezik denilen dairesel taş olurdu. Kuyunun başına su çıkarabilmek için iki adet ağaç direk yan yana hafif eğik şekilde kuyuya dayanır, arasına ahşap makara konulurdu. Bu sisteme genellikle “bastıran” adı verilirdi. Su kuyunun derinliğine göre “kendir” denilen kalın iple lastik kovaya bağlanılarak çıkartılırdı. Suyu çıkarma işlemi insan veya hayvan gücüyle yapılırdı. Bu işleme de “suvat çekme”, “suvat dökme” adı verilirdi. Suvat çekilirken ipin bir ucu kovaya bağlanılır, diğer ucu makaradan geçirilerek hayvanın beline bağlanır, ya da bir gurup insan tarafından çekilirdi. Su çekilirken gidip gelinen mesafedeki yola “aylan yolu” denilirdi. Koyunun önünde betondan veya taş örgüden havuz bulunur, buradan da oluklara akıtılarak hayvanlar sulanırdı.
Yaylalarda sağım vakti geldiğinde sağmalların toplandığı ve sağımlarının yapıldığı yere “goşan yeri” bu işleme de “goşan goşma” adı verilirdi. Sağmallar bu alana yozlardan ayrılarak getirilir, burada toplanır, hayvanlar kime aitse tek tek seçilerek “örken” adı verilen kalın örgü iple karşılıklı olarak bağlanarak sıralanırdı. Goşana ilk bağlanan koyuna “baş koyunu” denilirdi. Bu koyun sağmallar arasından en uysal ve sakin olanından seçilirdi.
Koyun ve keçiler “helke” adı verilen kaba sağılır, sağmallar bir tur sağılıyorsa “birleme” iki tur sağılıyorsa “ikileme”, üç tur sağılıyorsa “üçleme” adı verilirdi. Sağım işinden elde edilen sütle peynir, yağ gibi ürünler elde edilir bu işleme de “katık alma” denilirdi. Katık alma işlemi genellikle son dönemlerde yapılır. Bu dönemde süt oranı azaldığı için komşulardan sırayla süt emanet alınır. Bu işleme “değiş” adı verilir. Bu işlem komşular arasında dönüşümlü olarak yapılırdı. Herkes verdiği sütünü belli bir ölçekle ölçerdi, bu ölçek “nişan“ adı verilen kamış veya tahta parçası ile yapılır, bu işleme de “belli basma” denilirdi.
Gündüzleri sıcak olduğu için sürü kırlarda geceler “yatıya gider” otlatılırdı. Gece çoban uyuyacağında sürünün uzaklaştığından haberdar olması için koyunlardan uslu ve sakin olanını seçer, “bağırcak” adı verilen ipin bir ucunu kendi bileğine bir ucunu koyunun ayak veya boğazına bağlardı.
Yaylalar birlik beraberlik ve dayanışmanın ön planda tutulduğu, belli bir kültürün yaşatıldığı önemli yerlerdir. Köye gidip gelen aileler, diğer ailelerin eksiklerini, ihtiyaçlarını getirip götürürler, yayla içi işleri imece usulü birlikte yaparlardı. Akşamları yayla meydanında oturulup sohbetler edilir, meteller (masal) anlatılır, çocuklar ay ışığında oyunlar oynardı.
Ağustos ortalarında artık yayladan köylere göç hazırlıkları başlardı. Katımcılar köy evlerine tekrar göç ederler, hayvanları yaylada kalırdı. “Kar yere düşene kadar” yaylada kalan koyun ve keçiler, ilk karın yağmasıyla birlikte köye sahiplerine gönderilirdi. Böylece bir yayla sezonu daha kapanırdı.
KAYNAKLAR
- GÜMÜŞTEPE ( KİTAPÇIOĞLU ), Dr. A. Ferzan: Konya Ovası’nda Geçici Kır Yerleşmeleri ve Yayla Yaşamı, Türk Coğrafya Dergisi, Sayı 29, s.243-256, İstanbul, 1994
- TUNÇDİLEK,N., “ Türkiye İskan Coğrafyası- Kır İskanı, İst. Üniv. Coğr. Enst. Yay., No:49, s.27-45-54-67
- YAKICI, Doç. Dr. Ali: Konya Ovasında Yaşayan Türkmenlerde Modern Teknolojiden Geleneksel Dönüşün Adı: Bastırık, Milli Folklor, 2011, Yıl 23, Sayı 91
- OĞUZ, Zeki: Taşra ve Gezgin, Beldeleri Yaylalarıyla Konya, Çizgi Kitabevi,
- YAYLACI, Murat: Ovanın Bereketli Toprağı İsmil, Kitap Dünyası Yayınları, İstanbul, 2023, s.215-216-217-218-219-220
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.