Rahmetli Güner TEKELİ hocamla, İsmil ile ilgili araştırma yapmaya başladıktan birkaç yıl sonra tanışmıştım . 1960 yılında İsmil Atatürk İlkokulu’nda görev yapmış bir öğretmendi kendisi. O yıllara ait çarşı merkezinde yıkılan eski caminin ve kendisi ile beraber birkaç öğretmenin okul bahçesinde çekilmiş fotoğrafını göndermişti bana.
2011 yılında kendisi ile bir röportaj yapma fırsatım olmuştu. Gayet samimi ve içerisinde 1960 lı yılların İsmil’ine ait gayet güzel tasvirler barındıran bu röportaja “Hatırda Kalanlar İsmil” kitabımda da yer vermiştim. Bu yazı vesilesi ile tekrardan kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Konuya girmeden Güner TEKELİ’yi kısaca tanıtmakta fayda var;
1937 yılında dünyaya gelmiştir. Konya erkek lisesinden mezun olmuştur.[1] Askerlik dönemine kadar İsmil Atatürk İlkokulu’nda 1960 yılının Mart-Haziran ayları arasında görev yapmıştır. Ank. DTC Fakültesi Ülkeler Coğrafyası Pedagoji bölümlerini, üçüncü olarak, Ankara İktisadi ve Ticari Üniversitesi öğrenimlerinden sonra, 1979-1981 tarihleri arasında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde İşleme konusunda Yüksek Lisans eğitimi almıştır. Toplum sorunlarını içeren, ‘Çiçekler Solmasın’, ‘Baba ve Kızları’, ‘Ana Gölgesi’ isimli üç ayrı Tiyatro Oyunu yazmıştır. Akdeniz Üniversitesinde İş Hukuku Öğretim görevilsi ile Antalya da yayınlanan Ulusal Gazetelerin Akdeniz eklerinde köşe yazarlığı yapmıştır. 2019 yılında Antalya’da vefat etmiştir.
Röportajda bana anlattıkları aynen şu şekildeydi;
“Kent çocuğu olduğum için, hiç köy yaşantısını bilmiyordum. Askere gidinceye kadar Konya’dan 50 km uzaklıkta olan merkez köyü, aynı zamanda belediyelik olduğu için İsmil’i tercih ettim.
Köye öğleden sonra gelmiştim. Doğrudan okul müdürü (yanlış hatırlamıyorsam) Yusuf Bey ile tanıştım. Okula yakın veya bitişik olan lojmanına beni götürdü. Çok iyi ağırladı. Kendisi ile sohbet ederken sevgili eşi süper denilecek kadar güzel bir akşam yemeği hazırladı. Yemekten sonra gece geç saatlere kadar sohbet ettik. Bu sohbetten ziyade bir emir durumundaydı. Okuldaki öğretmenlerin (5 kişi) iki gruba ayrılmış olduğunu, benim de kendisi –Kemal Bey ile ismini hatırlayamadığım bir başka öğretmenlerin arasında yer almamı ısrarla istiyordu. Karşı grupta Meliha Hanım ( Bozkırlı ve bir astsubay ile nişanlı olduğunu biliyorum) ile Konya Ticaret Lisesi karşısında, 3. Sınıfta okuyan soyadı “Güzel” olan genç bir delikanlıydı. Sabaha kadar kendi gruplarında yer almamı ısrarına, haklı ve de zayıf olan tarafta yer alacağımı söyledim. Ben ikinci atanmıştım. İlk sömestre da öğretmen görevden ayrılmıştı. Öğrenciler isimlerini dahi yazamıyordu. Çözüm için sözlü sınav yapıyordum. Sınav gönüllü öğrencilerden oluyordu.
Güner Tekeli’nin Albümünden
Sınavı kazanan öğrenci, bir hafta sonraki dönemde “sınıf başkanı” olurdu. Konya’dan pazartesi her gelişimde kalem, silgi, boyama gibi hediyeler getirirdim. Sınavı, her hafta bir başkası olacak şekilde organize ederdim. Sınıf arzu ettiğim seviyeye gelince, kendilerine “günaydın, benim adım, nasılsınız, iyi akşamlar” gibi İngilizce kelimeler öğrettim. Bu kelimeleri öğrenmeleri kendilerine güven veriyordu. Sınıfın arkasında tek başına kalmış bir öğrenci dikkatimi çekiyordu. Bir süre bu öğrenciyi takibe aldım. Hiçbir arkadaşı yoktu. Sonradan öğrendim ki, köyün doğusunda yerleştirilmiş göçmen ailelerinden birinin çocuğuymuş. Bu öğrencilere karşı bir ayrımcılık söz konusuydu. Aynı ayrımcılık köy halkı arasında da vardı. Köy halkı, Türkistan’dan gelen göçmen aileleri sevmiyorlardı. Okulda Türkistanlı ailelere sahip çıkınca, bu aileler benimle yakından ilgilenmeye başladılar. Köyün doğusuna Türkistan göçmenleri, köyün batısına ise Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin yerleştirildiğini öğrendim. Bulgaristan göçmenleri genelde zanaatkâr ( demirci, marangoz, inşaatçı, terzi ) meslek sahipleri olduğundan, bir aile hariç hepsi daha sonra şehre yerleşmişler. O bir ailenin de erkeği köyde öldüğü için, dul kalan bayan ve çocukları köyde kalmışlar.
Türkistan Türkleri sabah namazından sonra atları ile tarlaya giderlerdi. Öğle üzeri yine camiye namaz için dönerlerdi. Namaz sonrası tekrar tarlaya çalışmaya giderlerdi. Akşam namazı ile köy meydanındaki camiye gelirler. Namaz sonrası evlerine giderlerdi. Evlerinin önünde voleybol-futbol oynarlar ve barfiks yaparlardı. Bu göçmenler, köyün ihtiyacı olan otobüs aldılar. Yine köyde tarımda ihtiyaç olan traktör aldılar.
Türkistan Türkleri yaşlıları evlerinde deriden yapılan mont, namaz takkeleri, yelek ve benzeri giyim eşyaları dikerlerdi. Gençler ise tarlada çalışma olmadığı zamanlarda ülke geneline çıkarak satış yaparlardı. Satıştan elde ettikleri paraları 50 ailenin şefine verirler, şef ise aile sayısına oranla dağıtırdı. Geriye kalan parayı Konya’daki banka hesabına yatırırlardı. 1960 yılında bankada dört kasa altın tasarruf ettikleri söyleniyordu.
Türkistan Türkleri, tavuk yerine kaz beslerler, tavuk yumurtası yerine kaz yumurtası yemeyi tercih ederlerdi. Yumurtaları şehir merkezine götürdüklerinde 50 gr. Tavuk yumurtası yerine 110 gr. Kaz yumurtasını satmanın karlı olduğunu savunuyorlardı.
İsmil Atatürk İlkokulu Bahçesi Güner Tekeli ve Diğer Öğretmenler
İsmini hatırlamadığım bir öğrenci vardı. İlkokul 2.ci sınıfa gidiyordu ve sigara içmesiyle dikkatimi çekmişti. Babası ile bu konuyu görüştüğümde sigara içmediğinde burnunun kanadığı cevabını almıştım. Gerçekten de öyleydi, çocuk sigara içmediğinde burnu kanıyordu.
O yıl 23 Nisan kutlamalarına katılamadığım için –annemin ve kız kardeşimin yanında olmam gerekiyordu- sayın okul müdürümüz beni kaymakama şikâyet etmişti.
Aradan bir hafta on gün kadar geçmişti ki, sayın kaymakam ve köyün ileri gelenleri okula gelerek, beni müdür odasına çağırttılar. Neden 23 Nisan kutlamalarına katılmadığımı sordular. İlk önce Konya’dan neden gelemediğimin gerekçelerini söyledim. Daha sonra sorgulamanın şekli değişti. Müdür beyin bana ve birkaç öğretmene yaptığı davranışları anlattım. Bunun Bunun üzerine sayın kaymakam, diğer arkadaşları da çağırtarak bu konuda fikirlerini sorguladı. Bu iki arkadaşın sorgulamada neler anlattıklarını bilmiyorum. Zannedersem sormadım. Beni makam odasına üç kez tekrar tekrar aldılar. Bu arada ben kadrolu öğretmen değildim. On, on beş gün sonra da okuldan ayrılacaktım. Öyle ise olayın üzerine gitmeyi uygun buldum. Sorgulama odasına her alınışımda okul müdürünün bizlere karşı davranışlarını anlatıyordum. Diğer bir ifade ile bana “kapıyı soruyorsa, ben kendilerine tarlanın sulanmasını anlatıyordum.” Baktılar olacak gibi değil, sorgulamaya son verdiler ve okuldan ayrıldılar. Ders bitimi okuldan çıkıp eve giderken, yol kenarında karşılaştığım insanlar, beni görünce yollarını değiştiriyorlardı. Kahve önünde sohbet edenler, hemen içeri girerek, benden kaçıyorlardı. Üç gün boyunca akşamları kapıma taş atıldı. Oturduğum ev, köy meydanından doğuya doğru giden çatal yolun sol tarafındaki kuyunun karşısındaydı. Geniş bir bahçe içerisinde tek odalıydı. Köy halkı, sabah okula giderken de benimle karşılaşmamak için kendilerine göre yöntem uyguluyorlardı. Ancak bunlar sadece üç gün devam etti. Dördüncü gün köy halkı beni görmek için yolun kenarlarında bekleyerek selamlıyorlardı. Evime akşamları, hanımların benim için yaptığı özel yemekler getiriliyordu. Halk bir anda şahsıma büyük saygı göstermeye başlamıştı.
Köyden ayrılmadan ( okullar tatil olmadan ) birkaç gün önce köy kahvesine, halk ile vedalaşmaya gittiğimde, benim için “kaymakama kafa tutan öğretmen” diye saygı gösterdiklerini söylediler. Bu olayla bana karşı pozitif bir davranış içerisine girmişler, okul müdürünün yönetimi ise kınanmıştı.
Bu olay 1960 yılının Mayıs ayında oluyordu. 1960 Temmuz ayında yedek subay olarak askerlik görevine başladım. 1961 Aralık ayında terhis oldum. Askerlik sonrası Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne devam ettim. Altı yıldan sonra tez çalışmam için yanılmıyorsam, 1966 yılı Nisan ayında tekrar İsmil’e geldim. Üç dört gün halk ile tekrar görüşme ve sohbet etme olanağı bulmuştum. Ancak sabah gelip akşam geri dönüyordum. Tezimin esası, İsmil köyünün jeolojik yapısı ile köyde yaşayan halkın yaşam tarzının birbirleriyle olan ilişkileri sosyal ve ekonomik yapıları gibi konuları içeriyordu.
Köyü ilk gördüğüm ve yaşadığım 1960 yılında, Konya’nın başka bir yerini görmediğim gibi farklı ve yetkin kişilerle ilişkim olmamıştı. Ancak 1966 yılında askerlik yaşantım ile sosyal çevre etkili olmuştu. Esas etki Üniversite yıllarımda hatta çalışma hayatımdaki öğrendiklerimin sayılamayacak kadar etkili olduğu inkâr edilemez. İşte bu son ziyaretimde, ufak tefek değişiklikler olduğunu rahat görebiliyordum.
Köyün yerli halkı, geçmişte olduğu gibi erkekler cami önünde ikişer, üçer gruplar halinde toplanarak sohbet ediyorlardı. Bayanlar ise sabah ve akşamları kapı önlerine beşer altışar gruplar halinde sohbet toplantıları ile birlikte el işleri veya öğleye ya da akşama yapacakları yemek malzemelerini hazırlıyorlardı. Bu sohbetler biz Türklerin en iyi iletişim tekniği oluyor. Çünkü kitap okuma alışkanlığını günümüzde dahi bilmiyoruz.”
[1] Güner Tekeli (Özel Röportaj,2011)
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.