Kerimler’in Yayla, namıdiğer “Kırklar Yaylası”…
Çocukluğumun bir bölümünün geçtiği ilkbaharda adeta cennet bahçelerinden bir bahçe diyebileceğim bir yerdi. Yaylayı ilk gördüğümde henüz çok küçüktüm. O zaman dedem rahmetliler yaylada koyunları ile göçebeydiler.
Bir bahar sabahı kurban bayramı günüydü, erken saatlerde, babamın amcaoğullarıyla birleşip traktörün römorkuna doluşmuş, yaylanın yolunu tutmuştuk.
“Kaş” adı verilen yüksek yere yaklaşırken traktörün artan sesinin arasında bizimkilerin iştahlı sohbet sesleri işitiliyordu. Yemyeşil otların arasından kıvrılan patika kumsal yol adeta bir döşek gibi yumuşak şekilde uzanıp gidiyordu.
Traktör, yoğun sesiyle kaşa tırmanmış, ileride bir karaltı belirmişti. Büyükler, “bakın yayla göründü” diyorlardı. Biz çocuklar, heyecanla römorkun arka tarafından öne doğru geldik. Birkaç kerpiç ev ve birinin bahçesinde göndere çekilmiş dalgalanan bir bayrak gibi dimdik, büyükçe bir ağaç belirmişti.
Yaylaya mesafe kısaldıkça, patika yolun sol tarafında rengârenk ama ağırlıklı olarak mor renkte çiçekler vardı. Birden etrafı buram buram güzel bir koku sarmıştı. -Bu koku sonradan öğrendim ki, gece çiçeklerinin kokusuymuş.-
Gece çiçekleri, papatyalar, sormuklar ve birçok renkteki küçük çiçekçiklerle birlikte karşımızda tuvallik bir görüntü vardı sanki.
Aniden bir uğultu koptu yaylaya girerken. Kerpiç evlerin gölgelerinden kalkıp, harâretli bir şekilde havlayan köpekler, traktörün etrafını sarmışlardı. Boğazlarında “hılta” adı verilen demir tasmalar takılıydı köpeklerin. Yoğun bir havlama sesi arasında traktör nihayet yaylanın içine doğru döndü.
Biz kerpiç evin değil, kamıştan avlusu olan yine kamış bir çadırın önüne durduk. Burası dedemlerin eviydi. Kapı açıldı, içerden elinde tütünüyle dedem, babannem ve yengem çıktılar bizi karşılamaya. Büyükler içeri girmişler, biz çocuklar kapının önünde etrafı tanıyor ve oyun oynuyorduk.
Yaylanın biraz uzağında, doğu kısmında aralıklı iki tane büyük ahır vardı. Tam merkezde taş havuzlu, oluklu bir kuyu… Bu arada etraftan güzel sesler geliyordu, derken karşı tepenin yamacından yaylaya doğru koyun sürüsü belirmişti. Oluklar suyla doldurulmuş, koyunlar otlaktan sulanmaya geliyordu. Sürü yaklaştıkça, koyunların boğazlarında takılı olan çıngıraklar (zil, gıldırgı, kerek, çan) uyumlu bir şekilde ses çıkarıyor, kulağa senfoni orkestrasından daha hoş bir etki yapıyordu. Koyunlar sulanıp kuyunun etrafında toplu şekilde dinlenmeye çekilmişlerdi.
Rahmetli babaannem, beyaz cila toprağı ile cilâlanmış ocakta kurban etinden bize güzel bir ziyafet çekmiş, ardından bayramlaşıp, tekrar traktörle köye dönmüştük. O günden sonra yaylaya olan sevgim ve isteğim artmış, sık sık abim ve ablamla beraber, babaannemin yanında kalmak için yaylaya yatılı gider olmuştuk.
Bir sonraki yıl koyun sayımız arttığı için biz de kamış çetenimizi kurarak bu yaylaya göçmüştük. Sonraki yıllar rutin olarak bu mevsimlik göçler hep tekrarlanırdı.
Burayı biz “Kerimler Yaylası” olarak tanıdık, gördük hep.
Fakat eski adı “Kırklar Yaylası” ymış. Neden bu ismi verdikleri bilinmiyor, her ne kadar, yayla ilk kurulduğunda burada kırk hane olduğu için bu isim verilmiş dense de, net bir bilgi yok hakkında.
Kısaca yaylanın tarihinden bahsedersek; 1947 yılında Kerim’in Kuyucu Ahmet ve Bekir Çavuş tarafından kurulmuştur. Kuyusunun inşaatında, Kerim’in Cuma, Kerimlerin Kerim, Bekir Çavuş’un Yan Ali, Bekir Çavuş’un Seyit Ali, Bekir Çavuş’un Gedik çalışmışlardır. Kuyunun ustası Kerim’in Ahmet’tir. Kuyunun tamamı 49 metre olup, 37 metresi betondur. Arada 5 metre taş, 7 metre tekrar beton vardır.
Bu yayladan nice insanlar geldi geçti, nice komşuluklar kuruldu. Herkes güzel anılar biriktirdi burada. Bizim dönemimizde unutamadığım kişilerin başında Mustafa dayım (Kerimlerin Mustafa) gelmekteydi. -Dedemle kendisi hala dayı çocukları olduğu için biz hep dayı derdik.- Evin köşesine çıkar, köpekleri etrafında toplar, onları doyurur, sever ilgilenirdi.
Yaylanın çocuğu olan bizler, hemen koşarak Mustafa dayının yanına giderdik. Çocukları çok severdi, bu yüzden bizimle konuşurken hep yüzü neşeli olurdu. Bi çoban köpeği vardı, siyahtı, ben onu çok severdim. Bana takılırdı dayım, “oğlum Murat babana söyle iyi bi kısır koyun versin, bu köpeği sana vereyim” diye. Bizi hiç kırmaz, babacan tavırlarıyla kollardı. Allah mekânını cennet eylesin.
Dedim ya güzel komşuluklarımız, aile ortamlarımız oldu burada. Ama en güzeli burada çocuk olmaktı galiba. Yağmur yağdı mı ıslak kumdan evler yapar, buram buram o temiz toprak kokusunu içimize çekerdik.
O güzel komşulardan birisi de Ahmet Dayımızdı. İsmil’de okulda hizmetli olarak yıllarca çalışıp emekli olmuştu. Ahmet Dayı emekli olunca, hemen zaman kaybetmeden koyun ve bir Massey Harris marka traktör satın alarak yaylada almıştı soluğu. Buna herkes şaşırmıştı o dönem. Fakat sonradan öğrendik ki Ahmet Dayının en büyük hayaliymiş bu…
Ailesine hep “emekli olunca koyun alıp kaşa çıkacağım” dermiş. Öyle ki ilk yıllar çok heyecanlı ve hevesliydi Ahmet Dayı.
Koyunlara isimler koyar, sık sık traktörüyle köye gider gelirdi. Koyunculuktan gelen bir ailenin çocuğu olduğu için yıllarca içinde koyunculuğa karşı büyük bir özlem biriktirmişti. Koyun bereketin sembolüydü ona göre…
Sık sık koyun yağı ile sac böreği yaptırırdı. Hatta hiç unutmam, bir gece saat oniki- bir arası Ahmet dayının canı sac böreği istemiş, hanımını kaldırıp ocağı yaktırmış. Kamıştan avlu olduğu için ateşi gören diğer komşular, Ahmet Ağa’nın ev yanıyor diyerek koşar adım soluğu Ahmet Dayının evde almışlardı. Ahmet Dayı iyi komşuydu, Allah kendisine uzun ömürler versin.
Bu yaylaya ait anılar, hatıralar bitmez. Yazı biraz uzadı, inşallah başka bir yazımızda daha güzel anıları kaleme alırız.
Kırklar Yaylası Anıları
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.