İnsanoğlu yaşı ilerledikçe, içinde oluşan yalnızlığı, geçmişteki kalabalıklarla gidermeye çalışır. Geçmişin mutlaklığı, geleceğin müphemliğine galip gelir. Yenilikler her ne kadar mütekâmil olsa da, eskinin sathi yaşanmışlıkları bile daha güzel gelir insana. Bu bağlamda ele aldığım kısa yazılarımda, bugün, çocukluğumdaki önemli mekânlardan olan Küçük Cami olarak bildiğimiz, Gölbaşı Cami’den bahsedeceğim.
1957 yılında Elmas Hanım isminde bir hayırseverin teşebbüsleri temeli atılan bu cami, köylülerin de desteği ile kısa sürede tamamlanır ve ibadete açılır. Özellikle 1956 yılında 61 hanelik Kazak Türklerinin de aynı bölgeye yerleştirilmesiyle kalabalıklaşan mahalleye cami elzem olmuştur.
Bu camide önemli isimler görev almıştır. Muzaffer Dereli hocamız burada imamlık yapmıştır. Sabah ezanından sonra cami minaresinden ilahi okuduğu büyükler tarafından hep anlatılır.
Yaşımız gereği bizim kuşak Osman Yılmaz hocayla gözümüzü açtık. Osman hocayla benim ilk tanışmam biraz garip olmuştu. Hiç unutmam henüz ilkokula gitmez iken abimle caminin yakınındaki kerpiç Kuran kursuna gitmiştim.
Eskiden vakit bereketliydi, hocalarımız kurslarda siyer de anlatırlardı. Peygamber Efendimizin ailesinden bahsederken, sütannesinden bahsettikten sonra, sütbabasına geldi sıra. “sütbabası” ifadesi yabancı geldiği ve daha önce duymadığım için çocuk aklıyla şehven bastım kahkahayı. Bir anda herkes sustu benim gülüşümü dinledi. Osman Hoca doğal olarak, otoriteyi sağlaması lazımdı. Elindeki plastik boruyla yavaşça yanıma yaklaştı aç avucunu dedi ve bana kuvvetlice birkaç el sopa attı. O günden sonra yaklaşık üç yıl kursa gitmedim. Üç yıl sonra tekrar kursa başlamıştım, ezan okumaya niyetlendim fakat bu sefer de “Allahu Ekber” deyip, “Allahü Ekber” diyemediğim için yaklaşık bir ay bana ezan okutmamıştı. Fakat sonunda ezanı okumuştum. Helali hoş olsun hocama, iyi insandı kendisi…
Özellikle eski ramazan aylarında, teravih namazları bu camide çok güzel geçerdi. Oruçlar açılıp, iftar yapılır, ardından salalar minarelerden yükselmeye başlayınca hemen abdestler alınır camiye koşulurdu. Genç, yaşlı, kadın, çocuk herkes teravih için camiye giderdi.
Kaloriferli ısıtma yokken, ortada soba yanar, Osman hocamız kürsüye çıkar vaaza başlardı. Göçmenler diye tabir ettiğimiz Kazak Türkü ve Türkmen komşularımız bisikletle ve yayan gelerek camiyi doldururlardı. Biz çocuklar ezan çıkana kadar cami etrafında koşturur oynardık. Ezan okununca cami tıka basa dolar, biz çocuklar arka saflara yerleşirdik. “sallüala rasülina Muhammed!” komutuyla teravih başlardı…
İlk dört rekâttan sonra arka saflardan gülüşmeler, didişmeler artardı… Büyükler uyarılarla baş edemeyince bizleri birer ikişer ön safların arasına sıkıştırırlardı…
Vakit namazlarına da elimizden geldiğince giderdik o dönemin çocukları olarak… Veli dedemiz vardı, ilerlemiş yaşına rağmen bükük beliyle camiden kalmazdı… Yaşlılıktan kırışmış elleri ile cebinden sorma şeker çıkarır verirdi… Karabacağın Ali dedemiz vardı torunları ile gelirdi… Özellikle ezanı farklı bir tonda okumasıyla hatırımda kalan Nuh emmimiz, Üzeyir emmimiz… Göçmen emmilerin isimlerini şuan hatırlayamadım ama onlardan da caminin müdavimleri vardı… Allah hepsine rahmet eylesin…
Mahallemizde yaşayan insanların hepsinin bu camiyle alakalı muhakkak daha kapsamlı anıları ve hatırladıkları anekdotlar vardır. Şimdilerde her ne kadar cemaat olarak azalsa ve içi yenilenmiş değişmiş olsa da, içinde halen o anıları barındırıyor Küçük Cami…
06.12.2024
Doksanlar…
NOT: Aşağıdaki fotoğrafları 1998′ de kendim çekmiştim…
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.