Ömrün en güzel yılları şüphesiz çocukluk yıllarıdır. Her insanın çocukluk çağları, unutamadığı güzel anılarla doludur. Kaç yaşında olursa olsun, geriye dönüp baktığında acısıyla tatlısıyla, o yılların özlemini çeker insanoğlu. Seneler geçtikçe geçmiş günlerin güzelliği, bereketi daha çok hissettirir kendisini.
Çocuk olmanın her dönemde ayrı bir güzelliği vardır elbet. Fakat şahsen ben, doksanlarda çocuk olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü doksanlar bir geçiş dönemiydi herkes için. Teknolojinin yeni yeni hayatımıza girişi, imkânların değişmeye başlaması ile doksanlar adeta farklı iki dönem arasında bir köprü gibiydi.
Ben de doksanlarda çocukluğunu geçirmiş biri olarak, kendimi şanslı hissedenlerdenim. Bu yılların özgür sokaklarında doyasıya oyun oynayıp, güzel anılar biriktirdim. Daha ilkokula başlamadan evimizin etrafındaki sokaklarla, tanışmışlığın vermiş olduğu özgüvenle yeri geldi gülüp oynadık, yeri geldi dayak yedik ağladık. Ama hep sokaktaydık. Elimizde ne bir tablet ne telefon vardı. Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapar, oyunlar kurgulardık… Şanslıydık, mahallemizde 84-88 yılları arası doğan kalabalık bir arkadaş grubumuz vardı. Hepimiz farklı ana babalardandık, fakat aynı evin çocuklarıydık. Büyükler büyük, küçükler de küçüktü…
Teslime Nene’nin dut ağacı henüz ayaktaydı. Teslime Nenemiz sağdı… Değerli bir kadındı Teslime Nene… Evi evimizin hemen yanı başındaydı. Mahallenin çocukları olarak onun bahçesinin yanında toplanır, yeri gelir bilye oynar, yeri gelir top oynardık… Top defalarca bahçesine kaçsa da rahatlıkla girer alırdık bahçeden, sabırlı kadındı. Bazen kızsa da, kendi evlatları gibi severdi bizi özünde.
Bahçesinde büyük bir dut ağacı vardı. Yaz gelip de dutlar olgunlaşınca, karıncaların bir tatlı etrafına kümelendiği gibi, mahallenin okuldan çıkan çocuklarıyla koşar adımlarla bir taraftan yakalık ve önlüklerini çıkartarak evlerine giderken kesinlikle Teslime Nene’nin dut ağacına uğrar arıların bal yapmak için çiçeklere doluştuğu gibi ağacın dallarına doluşurduk. Öyle merhametli kucaklayıcıydı ki bu ağaç, ne bir çocuğu küstürür ne de üzerdi. Mahalledeki bütün çocuklara yetecek kadar dut verirdi. Bereket abidesi olan bu ağaçtaki dutlar sanki çocuklar topladıkça çoğalırdı.
Teslime Nene “aman guzum dallarını kırman kendinize de zarar vermen ne kadar toplarsanız toplan” derdi rahmetli. Bazen de kızar hepimizi kovardı bahçeden, ama dayanamaz kısa süre sonra tekrar izin verirdi. Bazı akşamlar bize gelirdi, çok fazla konuşmaz, sakin sakin oturur, bazen de sohbet esnasında uyuklardı. Bahçesi çok yeşildi, çiçekler eker, sebzeler yetiştirirdi…
Aradan yıllar geçti biz büyüdük, önce Teslime Nene’nin çiçekleri soldu, bahçesi kurudu… Günlerden bir gün hüzünlü bir sala sesi yükseldi mahallede… Teslime Nene ölmüştü… Onunla birlikte, mahallenin cıvıl cıvıl sokakları, tatlı çocuk gülüşleri, neşesi de ölmüştü… Duvarının yanındaki sokak lambası da eskisi gibi aydınlatmıyordu sokağı… Bir tek dut ağacı kalmıştı geriye dimdik ayakta, zamana direnircesine… Fakat o da fazla sürmedi… Şimdilerde ne o ev kaldı, ne yaşlı dut ağacı…
Teslime Nene’nin evinin olduğu yere yeni bir ev yapılıp, cami imamının oturması için tahsis edildi.
Bazen köşeye oturur, sokağa bakarım, o kalabalık çocuk sesleri kulağımda yankılanır. Arkadaşlarımızla oynadığımız oyunlar, gülüşlerimiz, kavgalarımız gözümde canlanır… Hafif bir rüzgâr birden yüzüme vurur, yalnızlık getiren esintisiyle…
İnsan büyüdükçe daha çok kişi tanıyor, çoğalıyor, çevresi kalabalıklaşıyor, fakat içi hep yalnızlaşıyor…
Ha unutmadan, sokak lambası hala aydınlatmıyor sokağı…
03.12.2024
Murat Yaylacı
Doksanlar…
(Ağacın son halini 2015’te çekmiştim)
1986 yılında Konya’nın İsmil Kasabası’nda dünyaya geldi. İlkokulu ve Ortaokulu İsmil Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda okudu. Ardından İsmil Lisesi’ni bitirerek Selçuk Üniversitesi SBMYO Muhasebe Bölümü’ne kaydoldu. Daha sonra Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçti ve buradan mezun oldu. “Ovanın Bereketli Toprağı İsmil” ve “Hatırda Kalanlar İsmil” kitaplarını yayınladı. Evli ve dört çocuk babasıdır.